Yeni Yıla On Gün Kala - Devamı

 Önceki bölümleri ve tüm kısa hikayelerimi görmek için: Edebi Denemelerim



Yeni Yıla On Gün Kala

⛄On Gün - Devamı⛄

Melike zarfı masaya bırakıp telefonunu açtı. Telefonun haritasından verilen adresi girdi. İstanbul’un eski semtlerinden biri olan Balat’ta, dar sokakların arasında yer alan bir yerdi burası. Çok sık uğramadığı bu semt, yılların eskittiği tarihi binaları ve sessiz sokaklarıyla ona her zaman biraz uzak ve ilginç gelmişti. Adresi inceledikçe, zihninde bu eski semtin atmosferi canlanmaya başladı. Rengarenk ahşap evler, dökük sıvaların ardından sanki bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibiydi. Balat’ın dar sokaklarında gezerken kaybolmak kolaydı ama bu kaybolmuşluk, insana sanki geçmişin bir parçasıymış gibi huzurlu bir aitlik duygusu hissettirirdi. 

İstanbul'da tanıdığı çoktu. Orada doğmuş ve büyümüştü. Akrabalarının çoğu, arkadaşları, tanıdığı bir sürü insan oradaydı ama bir bakalım Balat'ta ya da yakınlarında tanıdığı var mıydı? Ah tabi ya Fener'de Sevim teyze oturuyordu, birkaç ay önce Balat'a taşındığını söylemişti arayıp. Doğru ya, o davet etmiş olmasın onu? Ama böyle gizemli bir mektup pek onluk değildi. Belki sürpriz yapmak istemiştir? İnsanlar yaşlandıkça farklı eğlence tarzları bulabiliyor. Kendi Ayşe teyzesi değil miydi daha geçen gün kocasının bastonunu mumla kaplayıp cilalamış, adamcağız bastona tutunmaya çalışırken her seferinde kayıp yere düşen. 'Spor yapması lazım, aksi halde kemikleri iyice körelir,' demişti kahkahalarla gülerek...

Sevim teyze annesinin çok eski bir dostuydu, Melike’yi her zaman güler yüzle karşılayan, geçmişi canlı bir hikâye gibi anlatmayı seven bir kadındı. Melike, Sevim teyzeyi hep ikinci annesi olarak görmüştü çünkü çok sık gelirdi ziyaretlerine, neredeyse ikisi birlikte büyütmüşlerdi Melike'yi. Annesi hayattayken evdeki duvarın bir kısmı, Melike’nin annesiyle çektirdiği sayısız fotoğrafla doluydu; kahkahalarla dolup taşan pikniklerden eski yılbaşı gecelerine kadar her anı, bir çerçeve içinde sergileniyordu ve bu resimlerin çoğunda Sevim teyze de vardı. Altı yaşındayken çektirdikleri bir fotoğrafı anımsadı birden.  Annesiyle birlikte Sevim teyze ve kocasıyla bir tura katılmışlardı.

İstanbul adalarını geziyorlardı ve o sıra vapurdaydılar. İstanbul Boğazı’nda süzüldükçe Melike, denizin ortasında olan bu devasa metal yığınında bir türlü yerini bulamıyordu, lavaboya uğramıştı da çıktığında annesi yoktu. Bir korktu bir korktu ki hayatı boyunca aklında yer edindi kaybolma korkusu. Halbuki annesi iki adım ötedeymiş. Daha sonra annesi ne zaman burnunun ucunda olan şeyi görmüyorsun diye azarlasa hep bu günü hatırlayıp ona hak verdi. Asıl olay bu değildi tabii. Sevim teyze o gün, Melike’nin korkuyla ağladığını görünce, yanına gelip dizlerinin üzerine çökmüş ve onu sıkıca kucaklamıştı. “Küçük hanım, bu kadar kolay kaybolmazsın merak etme. Biz buradayız, annen de burada,” demiş ve bir mendille Melike’nin yaşlarla dolu yüzünü silmişti. Sonra, cebinden küçücük bir oyuncak gemi çıkarıp Melike’nin avucuna bırakmıştı. “Bunu senin için aldım, çok hoş değil mi?" Oyuncak gemi, denizin gerçek bir minyatür parçası gibiydi. Parlak mavi gövdesi dalgalarla yarışacak kadar canlı bir renkteydi. Gümüş rengindeki ince hatlar gövdesini süslüyor ve ona zarif bir detay katıyordu. Küçücük direklerinde gerilmiş beyaz yelkenler, sanki bir rüzgar esintisiyle aniden açılıverecekmiş gibi duruyordu. Geminin baş kısmında bir çıpa sembolü oyulmuştu, o kadar ince bir işçilikle yapılmıştı ki Melike hayran kalmıştı. Üst güvertede minik bir kaptan köşkü vardı; köşkün pencereleri o kadar detaylı boyanmıştı ki içeride bir kaptan varmış gibi hayal edilebiliyordu.


"Bak, bu gemi seni hep korur. Ne zaman kaybolduğunu düşünsen, bunun kaptanı olduğunu hatırla,” diye de eklemişti Sevim teyze. O an Melike, Sevim teyzenin sözlerinin ne kadar güçlü bir teselli olduğunu anlamasa da, elindeki küçük gemiyi sıkı sıkıya tutmuştu. Şimdi bu sözleri daha iyi anlıyordu.


---


Sevim teyzeye uğrayacaktı önceden, aklındaydı ama iş güç derken unutmuş gitmişti. Bu mektup gelmese ne zaman hatırlayacaktı kim bilir. İşini zaten değiştirmeyi düşünüyordu. Dört senedir özel bir şirkette çevirmenlik yapıyordu. Evden çalışıyordu. Çok iyi de maaşı vardı. Eskiden bu hayaliydi aslında. Çevirmenlik değil ama evden rahatça çalışmak. Ama şimdi iyice asosyal biri haline gelmiş ve bu kendini rahatsız etmeye, yalnız hissettirmeye başlamıştı. 


Telefonunu tekrar eline aldı, Sevim teyzesini arayıp yarın uğrayacağını söyleyecekti ki saatin gece bir olduğunu fark etti. İnsan hep evde olunca zaman kavramı yok oluyordu. Ayın kaçıydı, saat kaçtı bazı günler bilinmiyor bile... Bir nefes alıp uzandı. Pencereden baktı. Sokak lambasının altında hareketsiz duran birkaç kuru yaprak, hafifçe esen rüzgarla birlikte hüzünlü bir dansa başlamıştı. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı, yıldızların parıltısı görünmüyordu. Ama o karanlığın içinde, uzakta bir yerlerde tek tük ışıklar yanıp sönüyordu. Yanıp sönen o ışıklar, Melike’ye bir zamanlar ulaşılabilir görünen umutları hatırlattı. Ulaşmıştı da... Ama yine de şimdi hepsi birer yanılsama gibi geliyordu. Ne kadar uzansa da erişemeyeceği, karanlığın içinde kaybolmuş solgun, adını bilemediği başka hayaller vardı. Sokak lambasının zayıf ışığı, yalnızca kendi çevresini aydınlatıyor, ötesine dokunamıyordu. Aynı onun hayatı gibi... Melike, bir an için, o kuru yaprakların yerine kendini koydu. Hareketsiz ve amaçsızca savrulan bir parça... Rüzgar nereye götürürse, o yöne giden ama aslında hiçbir yere ait olmayan, bir sonbahar kalıntısı. Gökyüzüne baktı ama bulutların ardında saklanan yıldızlar bile ona sırtını dönmüş gibiydi. Derin bir iç çekti ve pencereden uzaklaştı. 'Belki de bazı insanlar karanlıkta kalmaya mahkûmdur,' diye düşündü ve odanın soğuk sessizliğine geri döndü. Son olarak da "ah hayır, sabaha her şey daha güzel gözükecek, her zaman ki gibi. Her gece ki gibi beynim oyun oynuyor olmalı benimle, sadece uyumalıyım," diyerek gözlerini yumdu.


DEVAMI GELECEK.

next

2 Yorum

  1. Evet... Devamı da beklediğim kadar iyiydi:) Hatta önceki bölümle birlikte düşününce ve olayın gelişme biçiminden bakınca öykü tadı biraz daha katmerlenmiş oldu. Bu akış öykü bitene kadar devam ederse, ortaya usta işi bir şey çıkacak sanki:)

    YanıtlaSil
  2. Baştan sona her şeyiyle çok hoş bir yazıydı. Özellikle de betimlemelerine bayıldım. Çok canlılar. Merak unsuru yine ön planda. Ben o kişinin Sevim teyze olduğunu düşünmüyorum :) ama ana karakterin hayatını renklendireceği kesin. Son paragrafta ise Melikeyle empati kurmakta zorlanmadım. Geceleri insan gerçekten karanlık, yıldızlı bir gökyüzü gibi şeyler düşünebiliyor. Melike'nin hikayesinin devamını merakla bekliyorum. Kalemine, kelimelerine sağlık. :)

    YanıtlaSil