Uzun zaman sonra istemeden de olsa sabahın beşinde uyandım ve sonrasında geri uyuyamadım. Sıcacık yatağımdan kalkmakta zorlansam da gün doğumunu izleme fikri beni ele geçirdi. Gün doğumunu her zaman daha çok sevmişimdir, gün batımından bile fazla... Karanlığın aydınlığa çıktığı anlar hep içimi umut ve sevgiyle dolduruyor.
Kahvemi alıp balkona çıktım. Hep kuşlar beni cıvıldayarak uyandırırdı, bu sabah ben onları uyandırdım. Balkonumuzda tavana asılı bitkiler var, onların üzerine tünemişler, uyuyorlarmış. Beni hissettiklerinde uyandılar. Pek memnun değil gibilerdi beni gördüklerine. Galiba kızdılar çünkü hemen tüydüler. Aslında rahatsız etmek istememiştim onları. Ama tabii bir kuşun cıvıldayarak insanı uyandırmasıyla, daha güneş bile doğmamışken bir devin karanlıkta belirmesi çok da hoş gelmiyor galiba kulağa.
Neyse, balkonda yerime geçtim ve dağlara doğru uzunca daldım. Henüz yeni ısınmakta olan havalar yine de sabaha karşı güzel bir soğuk esintiyle etrafımı sardı. Henüz gün doğumuna vardı. Dün başlamış olduğum kitabı okumaya karar verdim bu sırada. Zaten kısa bir süre sonra da gecenin karanlığı yavaşça güzel bir güne uyanmaya başladı. Siyahtan, koyu maviye, koyu maviden parlement mavisine doğru kayarken gökyüzü, ufku aydınlatan farklı renkler kendini gösterdi. Ufuk, kızılımsı pembemsi pastel renkler ve turuncu, mor çizgilerden oluşan bir tuvale dönüşüyor. Şimdi kuşların şarkıları başlıyor. Az önceki kadar rahatsız olmadıklarını görüyorum benden. Balkonun öte ucuna koyduğum ekmek kırıntılarını yiyorlar çünkü.
Gün doğumunda içimi huzur kaplamasının yanı sıra, garip gelecektir ama, güneş hanımdan önce uyanmak kendimi güçlü hissettiriyor. Daha güneş doğmamışken ben doğmuşçasına garip bir his. Daha odamı o aydınlatmadan önce, ona el sallayan ben. Sanırım bir yarış hissi bu, doğaya karşı. Ben böyle başladım haftaya. Herkese iyi haftalar diliyorum; rahatladığınız, tutkularınızın peşinden gittiğiniz bir hafta olsun...
0 Yorum