Artık beni tanıyanlar, uzun süredir bloğumu takip edenler, benim soğuk havayı, kasvetli, yağmurlu ve özellikle de karlı havayı ne kadar çok sevdiğimi bilir. Kış benim mevsimim. Denizli'ye son on yıldır hiç böyle kar yağmamıştı, hiç böyle soğuk olmamıştı. Bir de ne zaman kar yağsa aklımdan çıkmayan bir sahne var. Çok etkileyici bir şey değil ama benim gözümde çok canlı kaldı nedense. Bu arada yazıma başlamadan önce şu şarkıyı dinlemenizi tavsiye ederim. Bu sıralar Naruto isimli bir animeye çok sardım. Bitirince zaten burada paylaşacağım. Bu şarkıda onun kapanışında çalan ve benim sürekli kafamda dönen bir şarkı: Rhytem - Harmonia (Resmin altındaki videoyu açıp dinleyebilirsiniz)
Şimdi anıma geçelim. Bundan yirmi sene evvel önce... Aman Allah'ım... Yirmi sene evvel önce mi dedim ben şimdi? Ve yazıma o zamanlar dört - beş yaşlarındaydım diye devam edeceğim. Ama hayatım boyunca yirmi sene önce evvel diye bir söze başlamamıştım. Hep en fazla on sene önce ya da işte beş-altı önce gibi başlardım bir anımı anlatırken. Zamanın bu şekilde geçiyor olması bazen akıl alır iş değil... Hüzünlendim şimdi. Neyse, asıl konumuza dönelim...
Yirmi sene önce, dört-beş yaşlarındayken İstanbul'un Bayrampaşa semtinde bir apartmanda yaşıyorduk. Küçük, dar bir oturma odasında annemle beraber uyurduk bir kanepede. Deli gibi kar yağmıştı. Benim dizlerime kadar geliyordu. Çok soğuktu da. Sokağa açılan camdan bakarken annemin o karda gidişini hatırlıyorum. Nereye gidiyordu peki? O zamanlar Safinaz oyuncak bebekleri vardı. Şu anda Google'a girdiğinizde bile çıkıyor. Birkaç gün öncesinde bir oyuncak dükkanında onu görmüştüm ama almamıştık. Sanırım ben istememiştim. Ama o karlı günde ben ağlayıp zırlayıp annemi aldırmaya göndermiştim. Sonra da camdan gidiyor mu diye bakmıştım o karda, kontrol etmiştim yani. Tabii çocuk aklım. Ama o anı hiç unutmuyorum. O zaman tabii bunları düşünemiyordum ama şu an ne zaman kar yağsa ve camdan baksam, annemin o karda ilerleyişini görüyorum.
O sahne aklıma gelince annelik kavramının çok ama çok özel bir şey olduğunu; kimi zaman çok zor olduğunu, kimi zaman fedakarlığın dibine vurulduğunun empatisini kurabiliyorum... Yani bunları anlatmak da boş şeyler aslında, empatiyle bile anlayamayacağımız gerçek bir güç. Gerçek bir anne olmadıkça (gerçek anneden kastım, anne gibi anne, çocuğunu iyi bir biçimde yetiştirmeye çalışanlardan, gerçekten değer verenlerden bahsediyorum) kimse de anlayamaz.
Şimdi günümüze dönüyorum. Kışı çok severim ama dışarıda kalanlara da çok üzülüyorum. Zaten üzülüyordum ama evime gelip giden bir kuşum olduktan sonra daha da üzülür oldum. Evimiz altıncı katta olduğu için iri yapılı, baya yaşlanmış olduğunu düşündüğüm bir güvercin yazdan beri sürekli camı açar açmaz istediği zaman eve gelip gidiyor.
Yemek için gelmiyor bu arada. Ne verirsek verelim yemiyor. Dışarıda, başka yerde doyuruyor kendini. Sıcaklık için geldiğini düşünüyorum, gerçi yazın sıcakta da geliyordu. Ama kar yağdı yağalı gelmiyor. Bir şey olduğundan korkuyorum. Çünkü iki güne bir yazdan beri geliyor. Kar geçen hafta baya yağdı, sonra güneş çıktı iki - üç gün. Karlar erimedi ama hava biraz ısındı. Yine de gelmedi. Gerçi dışarıda eskisi kadar güvercin görmüyorum. Bir yerlerde mi saklanıyor yoksa bir şey mi oldu endişeleniyorum.
Kuşlarla başım dertte benim. Sadece güvercin değil. Evde iki tane kanaryam var. İkisi de bir yaşında. Biri çok hasta. Üşütmedik ama. Sıcakta durdular hep. Üşütmeleri imkansız. Genetik olarak hastalıkları var anlayamadığımız. Çünkü teyzemlerindi bu kuşlar. Anneleri babaları da onlarlaydı. Ve birinin bacağı kopup ölmüştü, diğeri de aynı şekilde hastalanıp ölmüştü. Öyle olunca bunları biz alıp büyüttük bir senedir. Durumu çok iç açıcı değil. Hayvanları inanılmaz çok seviyorum ama doğanın kanunu bile olsa işler bu vaziyete gelince çok acı verici oluyor.
Siz de kış nasıl geçiyor? Olduğunuz yerde kar yağdı mı? Kışın tadını çıkarabiliyor musunuz? Herhangi bir sorunla karşılaştınız mı? Yorumlarınızı bekliyorum...
***
*Resimleri yürüyüşümde çektim. Denizli'de bulunan İncilipark.
*Instagram: @kayipfisilti
0 Yorum